Tıbbi müdahale, yetkili kişi tarafından tıp biliminin kurallarına göre yapılan teşhis, tedavi ve koruma faaliyetlerini kapsamaktadır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, tıbbi müdahale her şeyden önce, teşhis ve tedaviye yöneliktir. Bir tıbbi müdahale, gerekli hukuka uygunluk koşulları yerine getirmişse, bu durumda herhangi bir sorumluluk doğmaz. Hukuka uygun bir tıbbi müdahale bütün hukuk düzeni bakımından korunur.
Tıbbi Müdahalenin
Hukuka Uygunluk Koşulları: Bir
tıbbi müdahalenin hukuka uygun olabilmesi için;
1)Ehil veya yetkili kişi tarafından yapılmış olmalıdır.
2)Hastanın rızası alınmalıdır.
3)Müdahalenin tıbbi amaçlı olması gerekir.
4)Tıbbi müdahalenin dikkat ve
özen yükümlülüğüne uygun bir biçimde yerine getirilmesi gerekir.
Rıza: Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk koşullarından en önemlisi, hastanın rızasıdır. İlgilinin rızasının varlığı halinde, kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiil hukuka aykırı olmaz ve bundan dolayı kimseye ceza verilmez. Sağlık mesleği mensupları rıza yerine aydınlatılmış onam terimini de kullanmaktadır. Verilen rızanın geçerli olabilmesi için;
·
Rızayı verecek kişinin rıza açıklama yeteneğine
sahip olması,
·
Rıza vereceği konuda aydınlatılmış olması,
· Rızanın üzerinde tasarruf yetkisi bulunan bir konuda açıklanmış olması gerekir.
Rıza açıklama ehliyeti bakımından önemli olan husus kişinin rıza verdiği tıbbi müdahalenin niteliğini, muhtemel risklerini, sonuçlarını anlayabilecek bir durumda olmasıdır. Bu durum, somut olayda kişinin algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ne ölçüde sağlıklı olduğu ve yapılacak tıbbi müdahalenin karmaşıklığı ve risk derecesi göz önünde tutularak tespit edilmelidir. Şayet kişinin rıza verme yeteneği yoksa bu durumda veli, vasi gibi kanuni temsilcilerin rıza vermesi gerekir. Doktrindeki görüş birliğine göre küçük ve kısıtlının görüşünün alınması mümkünse mutlaka görüşü alınmalıdır.
Rızanın diğer bir geçerlilik koşulu ise, rızanın konusu bakımındandır. Kişi, ancak üzerinde tasarruf yetkisinin olduğu bir konuda rıza açıklamasında bulunabilir. Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz. Bu nedenle yaşam ve şeref konusunda verilen rıza geçersizdir. Kişinin vücudu üzerinde mutlak tasarruf yetkisi yoktur. Bu kapsamda ülkemizde ötenazi yasaktır.
Bir diğer önemli husus ise rıza açıklanma zamanı ve kapsamına ilişkindir. Rıza, mutlaka “müdahaleden önce” açıklanmalıdır. Bununla birlikte verilen rıza, tıbbi müdahaleden önce veya müdahale sırasında geri alınabilir. Bu durumda tıbbi müdahaleye başlamamalı veya başlanmış ise devam edilmemelidir. Rıza hangi konuya ilişkin ise, tıbbi müdahale o konuda yapılmalıdır.
Rızanın geçerliliği bakımından diğer bir koşul, tıbbi müdahalede bulunulacak kişinin (veya bazı hallerde başkasının) yapılacak tıbbi müdahale konusunda aydınlatılmış olmasıdır. Tıbbi müdahaleye yetkili kişi hastalığın teşhisi ve tedavinin nasıl yapılacağı, hangi yöntemin uygulanacağı, müdahale esnasında ve sonrasında ortaya çıkması muhtemel komplikasyonların neler olabileceği, müdahalenin yarar ve sakıncaları konusunda hastasını sağlıklı karar verebilecek ölçüde aydınlatmalıdır.
Rızanın belirli bir şekli
kural olarak yoktur. Yazılı veya sözlü olabilir. Yazılılık bir geçerlilik şartı
olmamakla birlikte ispat bakımından yazılı olmasında yarar vardır. Bazı
müdahalelerde ise rıza, yazılı şekil şartına bağlanmıştır. Örneğin organ nakli,
önemli ameliyatlar.
Rızanın aranmadığı haller:
-Hastanın rızası için
aydınlatılması, esaslı bir kural olarak benimsenmekle birlikte, hastanın
aydınlatılması ile sağlığı ve yaşamı ciddi bir tehlikeye düşecek ise, bundan
vazgeçilebileceği kabul edilmektedir.
-Bazı hallerde, hastanın aydınlatılmayı reddedebileceği veya
aydınlatılma hakkından feragat edebileceği kabul edilir. Ancak, aydınlatılmadan vazgeçme açıkça ifade edilmiş olmalıdır.
-Hasta rıza açıklayamayacak
durumdaysa ve adına rıza verecek kişinin bulunmadığı acil hallerde rıza
olmaksızın tıbbi müdahale yapılabilir. Bu durumda “varsayılan rıza”dan söz edilir.
-Genel sağlığı koruma amacı gözetilerek çeşitli mevzuatta kişilerin rızası aranmaksızın tıbbi müdahale yapılabileceği düzenlenmiştir.
HATALI TIBBİ
MÜDAHALEDEN(MALPRAKTİS) DOĞAN TAZMİNAT SORUMLULUĞU:
Tıbbi literatürde hata kavramı, “hastaya zarar verebilen veya vermeyen sapmalar” şeklinde tanımlanmaktadır. Tıbbi Malpraktis; doktorun veya tıp merkezi, poliklinik, hastane vb. sağlık kuruluşlarının bilgisizliği, deneyimsizliği veya ilgisizliği nedeniyle yanlış teşhis, hatalı tedavi veya eksik bakım hizmeti neticesinde hastanın zarar görmesi olarak tanımlanabilir. Bu süreçte, hekimin hasta ile olan ilişkisinde hata olarak kabul edilen davranışlar şu şekilde açıklanmaktadır: İletişim eksikleri ve kayıt hataları, yetki sınırlarının aşılması ve konsültasyon, aydınlatılmış rızanın bulunmaması, tanı hataları..
Doktorun tazminat sorumluluğunun hukuki dayanakları;
a)
Haksız
fiil: Haksız fiil, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir eylemle
sözleşme dışında başka bir kimseye vermiş olduğu zarardır. Bazı hallerde
taraflar arasında bir sözleşme olmadığı görülür. Özellikle özel hastaneye yahut
kamu hastanesine başvuran hasta ile hekim arasında doğrudan bir sözleşme
ilişkisi kurulmaz. Haksız fiil sorumluluğu, doktorun kusurlu hareketleri
nedeniyle hastaya verdiği zararların tazmin edilmesini gerektirmektedir.
b)
Sözleşmeye
aykırılık: Tıbbi müdahale ile hasta ile hekim arasında sözleşme ilişkisi
meydana gelir. Kanunlarda bu isim altında herhangi bir sözleşme bulunmadığından
sözleşmenin kuruluşuna, işleyişine, sona ermesine göre kanunlarda yer alan
başka sözleşme hükümleri ile genel hükümler uygulanır. Hekim ve hasta arasında
kurulan sözleşmenin genelde “vekâlet sözleşmesi” niteliğinde olduğu kabul
edilir. Buna karşılık Yargıtay’ın genel kabulüne göre plastik cerrahlar ile ve
bazı durumlarda diş hekimleri ile kurulan sözleşme “eser sözleşmesi”
niteliğindedir. Doktrinde de destek bulan bu düşünce tartışmalıdır.
Vekâlet sözleşmesinde; vekil yani hekim; hastanın teşhisi
veya tedavisi işini yerine getirirken, olumlu neticenin elde edilmesinden
sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı
işlemlerin özenli olmayışından dolayı sorumludur.
Eser sözleşmesinde ise; taahhüt edilen sonucun gerçekleşmesi önemlidir. İş gören kişi sonucun meydana gelmemesinden yahut doğru dürüst meydana gelmemesinden sorumludur.
İster sözleşmeye ister haksız fiile dayansın hekimin tazminat sorumluluğunun doğması için hekimin borca yahut hukuka aykırı bir davranışının bulunması, zarar, zarar ile davranış arasında illiyet bağının bulunması, hekimin kusurlu olması şarttır. Hekimin kusuru genelde, somut durumda göstermesi gereken dikkat ve özeni göstermemiş olması şeklinde ortaya çıkar.
c)
Vekâletsiz
İş Görme Hükümleri: Doktorun, hastasının izin ve onayını almadığı halde
tıbbi müdahale yapması halinde vekâletsiz iş görme söz konusu olmaktadır. Vekâletsiz
iş gören, her türlü ihmalinden sorumludur. Örneğin operasyon durdurulup
bilincin yerine getirildikten sonra rızasının alınması mümkün olmadığı veya
daha tehlikeli olduğu acil durumlarda doktorun müdahalesi zorunludur. Doktorun
bu müdahalesi vekâletsiz iş görme hükümlerine dayanmaktadır.
d) Hekimin Hatalarından Dolayı İdarenin Sorumluluğu: Diğer kamu görevlileri gibi, hekimler de kamu hizmetini idare adına yürütürler. Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılır.
Ancak kamu görevlisinin, kötüniyet ve amaçla başkasına zarar vermek, kamu yararı dışında özel yarar sağlamak üzere kasten eylem ve işlem yapmak veya suç niteliği taşıyan kusur, ağır kusur ve kasıtlı kusur halleri kamu görevlisinin salt kişisel kusuru sayılmakta ve doğrudan kamu görevlisine dava açılabilmektedir. Bu şahsi kusur kavramının Anayasa ve 657 sayılı Kanun ile getirilen idarenin öncelikli sorumluluğu ilkesine aykırı olduğu görüşünde olanlar da vardır.
ÖZEL HASTANELERİN TAZMİNAT SORUMLULUĞU:
Hasta, özel hastanede ayakta
veya yatırılarak tedavi edilebilir. Hasta ile hastane arasındaki ilişki buna
göre farklı nitelik kazanır. Hasta özel hastanede ayakta tedavi ediliyorsa,
hasta ile hastane arasındaki vekâlet sözleşmesi bulunur ve hastanenin yatırma,
yedirip içirme ve diğer bakım yükümlülükleri söz konusu olmaz. Buna karşılık,
sadece muayene, müşahede veya tedavi amacıyla da olsa hastane dâhilinde hasta
için devamlı bir oda tahsis edilirse, artık hastaneye kabul sözleşmesinin
varlığı kabul edilmelidir. Özel hastanede yatırılarak tedavi edilen hasta ile
hastane arasında karma nitelikte olan hasta kabul sözleşmesi kurulmuş olur. Bu
sözleşmenin de hastanenin yükümlülükleri ve tedaviyi yürütecek hekimin rolüne
göre türleri bulunmaktadır.
A) Tam Hasta Kabul Sözleşmesi: Tam hastaneye kabul sözleşmesinde, hastane işleticisi teşhis ve tedavi yanı sıra bakım yükümlülüğünü de üstlenir. İki türü bulunmaktadır.
aa) Hekimlik Sözleşmesi Olmaksızın Tam Hasta Kabul Sözleşmesi: Bu tür hasta kabul sözleşmesinde, özel hastane işleteni hasta ile yapılan sözleşmenin tarafı ve birinci dereceden sorumlusudur. Hastane tedaviyi kendi çalışanı ehil bir hekim eliyle gerçekleştirir. Hekim ise sözleşmenin tarafı değildir; hekim ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi bulunmamaktadır. Hekim hastanenin çalışanı olarak görev yapar ve bu tedavi bakımından TBK m.116 anlamında ifa yardımcısı durumundadır. Bu sebeple tıbbi müdahalelerden dolayı bir zarar doğarsa, bundan hem hastane hem hekim sorumlu olur. Hastane sözleşmeden, hekim ise haksız fiilden dolayı sorumlu olur. Hekimin fiilleri hastane işleteni bakımından borcun ifasında kullanılan yardımcı şahsın davranışları niteliğindedir ve hekimin müdahalesi sonucu meydana gelecek zararlardan TBK m.116 gereği hastane işleteni sorumlu olur.
bb) Hekimlik Sözleşmesi İlaveli Tam Hasta Kabul Sözleşmesi: Hastaneye kabul sözleşmesinde, hastane teşhis ve tedavi, bakım ve diğer yan yükümlülükler üstlendiği gibi hastane çalışanı olan bir hekimle de tedaviyi yürütmek üzere ilaveten veya ayrı bir sözleşme yapılabilir. Bu durumda, hastane ve hekim tedaviden birlikte müteselsilen sorumlu olurlar. Teşhis ve tedavi yükümlülüğüne aykırı davranıştan doğan zararlarda hekim TBK m.112 hükmüne göre sorumlu tutulurken, hastane işleticisi de TBK m.116 hükmüne göre sorumlu tutulabilir. Bakım yükümlülüğünden ise sadece hastane sorumlu olur. Sözleşmeye aykırılık aynı zamanda haksız fiil teşkil ediyorsa, hastane işleteni ve hekim TBK m.49 ve devamına göre sorumlu tutulabilirler. Ayrıca, hastane işleteninin yardımcı şahıs konumundaki hekimin fiilinden dolayı TBK m.116 gereği sorumluluğu da devam eder.
B) Bölünmüş Hasta Kabul Sözleşmesi: Hastanın talebi veya başka
sebeplerle tedavinin hastane dışından bir hekim tarafından üstlenildiği, bakım
yükümlülüğünün ise hastane tarafından yerine getirildiği sözleşmeye bölünmüş
hasta kabul sözleşmesi denmektedir. Bu durumda, hasta tedaviyi yürütmek üzere
hastane dışından bir hekimle bir sözleşme yapmakta, ayrıca hastane işleteni ile
de bakım yükümlülükleri için sözleşme akdetmektedir. Böylece tarafları farklı
iki ayrı sözleşme ortaya çıkmaktadır. Hasta dışarıdan bir hekim çağrılmasını
isterse, hastane işleteni bu isteğe uymak zorundadır. Bu durumda çağrılan hekim
ile hasta arasında bir tedavi sözleşmesi kurulmuş olur. Artık hastane
işleteninden çağrılan hekimin hukuka aykırı davranışıyla vereceği zararlardan
dolayı TBK m. 116 ve 66’ya dayanılarak talepte bulunulamaz. Hasta, teşhis ve
tedavi yükümlülüğüne aykırı davranıştan doğan zararlarda sadece hekime, bakım
yükümlülüğüne aykırı davranışlardan doğan zararlarda ise sadece hastane
işleticisine TBK m.112 hükmüne göre başvurabilir.